İsrail-Hamas Savaşı ve Türkiye-ABD İlişkilerine Etkisi
21.11.2023

İsrail-Hamas Savaşı ve Türkiye-ABD İlişkilerine Etkisi



ABD ve Batılı bazı ülkelerin terörist olarak kabul ettiği ve 2007'den beri Gazze Şeridi'ni yöneten Filistinli örgüt Hamas, beklenmedik bir şekilde 7 Ekim'de “Aksa Tufanı” adını verdikleri operasyonla Gazze Şeridi yakınında bulunan ve sonradan İsrail tarafından yerleşime açılarak oluşturulan kentlere farklı noktalardan sızarak saldırılar başlattı. Bu saldırılar neticesinde, bölgede zaman zaman yükselip kısa sürede sönen tansiyon, bu kez kısa bir sürede sönmenin aksine, hala tüm şiddeti ve acımasızlığı ile devam etmektedir.


Saldırılar sonrası yapılan açıklamalar ve açık kaynaklarda yer alan bilgiler ışığında durumun çok vahim olduğu, açıklanan can kayıpları ve kayıpların büyük bir bölümünün sivil vatandaşlardan oluşması, eleştiri oklarını direk olarak Hamas’a cevirmistir. Uluslararası toplumun büyük bir bölümü, bu savaşta İsrail’in yanında olduğunu belirten destek mesajlarını gecikmeden yayınlayarak tarafını seçmiştir. Özellikle ABD ve İngiltere’nin açık desteğini arkasında bulan aşırı sağcı İsrail yönetimi, Başbakan Netanyahu’nun kamuoyu desteğini de alarak savaş kararı alması ile  Gazze’ye yönelik saldırılarını başlatmıştır.


Savaşın durdurulmasına yönelik, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği ve bölge ülkeleri ise her iki tarafa da sadece itidal tavsiye eden cılız açıklamalar yapmakla yetinmiştir. Hatta 11 Kasım 2023 tarihinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yapılan İslam Zirvesi’nde, İsrail’e karşı yaptırım uygulama  kararı 4 ülke tarafından kabul edilmemiştir. Oysa 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı esnasında İsrail’e petrol ihracatının yasaklanması, silah ticareti ve Amerikan üslerinin kullanımı gibi konularda uzlaşma sağlanmasına rağmen, son toplantıda bu uzlaşı sağlanamıştır. İsrail, karşısında düzenli bir ordu veya kuvvet bulunmaması sebebiyle elindeki mevcut istihbarat bilgilerine dayanarak, hiçbir ayrım gözetmeksizin Gazze’de saldırılarına bugüne kadar devam etmiş  ve hala da devam etmektedir. Şu ana kadar yapılan saldırılar neticesinde çoğunluğu Filistin’li kadın ve çocuklardan oluşan sivil halk hayatını kaybetmiş,  yaralıların sayısı ise onbinlere yaklaşmıştır.


17 Ekim tarihinde hiç kimsenin şimdiye kadar üstlenmediği El-Ehli Baptist Hastanesi saldırısında yaklaşık 471 civarında sivilin hayatını kaybetmesi, dünya kamuoyunda büyük infial yaratmıştır. Bu güne kadar İsrail’in yanında yer alan ve desteğini açıklayan birçok ülke, hastane saldırısının bir insanlık suçu olduğunu kabul ederek İsrail aleyhinde açıklamalar yaparak saldırıyı protesto etmişlerdir.


Aslına bakılırsa, aşırı sağ bir yönetimin iktidarda olduğu Netanyahu hükümeti, son zamanlarda aldığı kararlarla hem kendi ülkesinin vatandaşlarına hem de kutsal alanlarına yapılan saldırılar ve engellemeler neticesinde, Filistin halkının  nefretini artırarak tepkilerini çekmiştir. Savaş başladıktan sonra yapılan barışçıl gösteriler ve protestolar bile aşırı güç kullanılarak İsrail güvenlik güçleri tarafından bastırılmıştır. İşkence boyutuna varan bu uygulamalar sonucu,  özellikle 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi’nde söz sahibi olan Hamas’ın, bütün istihbarat örgütlerini atlatarak gerçekleştirdiği eş zamanlı saldırılar İsrail’de şok etkisi yaratmıştır. Gerçekte çok güçlü bir istihbarat yapısına ve ağına sahip İsrail’in nasıl böyle bir hataya düştüğü konusu da dünya kamuoyunda tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Hamas saldırılarının, geçmişte belirli bir yol katedilip olgunlaştırılan bağımsız ve başkenti doğu Kudüs olan Filistin Devleti’nin kurulmasının önüne geçmek için, İsrail tarafından tüm bölgeyi işgal etmek üzere yapılan bir kurgu olabileceğinin sıkça tartışılabildiği görülmektedir.


Öte yandan, Netanyahu tarafından yapılan açıklamalarda, bölgede sınırların değişeceğine dair sözler bu savaşın İsrail sınırları içinde kalmayıp tüm bölgeye yayılabileceği düşüncesini de akıllara getirmektedir. Özellikle İran tarafından desteklenen Hizbullah’ın sessiz kalmasına rağmen, İsrail tarafından hem Lübnan hemde Suriye’deki hedeflere yapılan taarruzlar bunu doğrulayacak niteliktedir. İran defalarca bu saldırıların dışında olduğunu açıklamasına rağmen İsrail tarafından kışkırtılmaya ve savaşın içine çekilmeye devam etmektedir.  Hastane saldırısı sonrası İran tarafından yapılan açıklama, Tehran ve İran destekli grupların bu saldırılara daha fazla sessiz kalmayacaklarını düşündürmektedir. Her ne kadar İsrail, destek amacıyla ABD’nin Doğu Akdeniz’e intikal ettirdiği uçak gemisi ve taarruz gruplarına güvenerek aldığı destekle, hem içerde yani Gazze’de hem de dışarıda Güney Lübnan ve Suriye’de bulunan Hizbullah’a karşı savaşacak güçte olduğunu dünyaya ilan etmiştir. Bunun sonucunu görmeden tahminde bulunmak elbette mümkün değildir. 


Gelinen aşamada, Gazze Şeridi hariç İsrail’de hayat zaman zaman çalan sirenler dışında normal akışında ilerlemekte ve en küçük protesto veya direnişe İsrail güvenlik güçleri müsamaha göstermemektedir. Bu müdahaleler Müslümanların kutsal ibadet alanlarında daha da sert önlemlerle bastırılmaktadır. Fakat Gazze Şeridi’nde insanların kuzeyden güneye zorla göç ettirilmeleri süreci devam etmektedir. Aynı zamanda İsrail daha önceden elde ettiği istihbarata dayanarak veya oradaki insanlara göz dağı vermek için hava taarruzlarına da devam etmektedir. Hamas da, tam tersi bir tavır izleyerek, bölgede yaşayan insanlara evlerini yurtlarını terketmemelerini, İsrail’in buralara giremeyeceğini söyleyerek, Filistin halkını orada tutmaya gayret göstermektedir. İsrail ise; savaşın başlangıcında, Hamas tarafından yapılan saldırılarla işgal edilen şehir ve karakolları yeniden geri almış ve 2007 yılında Oslo görüşmeleri sonucunda varılan mutabakat sonrası tamamen çekildiği Gazze sınırına gelerek bölgeyi çepeçevre kuşatarak abluka uygulamaya başlamıştır. 


Gazze çevresinde yapılan yığınak, bölgeye intikal ettirilen tank, top, zırhlı araçlar, havadan devam eden taaruzlar ve yedeklerin de devreye sokulduğu büyük hazırlık, her ne olursa olsun Gazze’ye girileceği izlenimini vermiştir. İsrail’in büyük yığınaklanma sonrası neden beklemekte olduğu sorusu da, halen büyük bir soru işaretidir. İlk akla gelen konulardan birisi Netanyahu’nun bu saldırılar öncesi ülkede büyük protestolara neden olan çeşitli yasa değişikliklerine imza atması, halkın sürekli sokaklara çıkarak protestolarda bulunması ve protestoların geniş halk kitleleri yanında ordu tarafından da desteklenmesi söylentileri sebebiyle, Netanyahu’ya karşı böyle bir harekata karşı çıkmaları da açık kaynaklarda yer almıştır.


Daha önce ifade ettiğim üzere, çok iyi bir istihbarat ağına sahip İsrail’in Hamas’ın saldırılarını önleyememesi, Demir Kubbe’nin beklendiği gibi başarılı olmaması, Gazze’ye yapılacak operasyonda çok büyük kayıpların verilebileceği düşüncesi sadece abluka yoluyla burada yaşayan halkın bölgeden çıkmaya zorlanması, önemli bulgulardır.  


Yapılan üst düzey açıklamalara göre, Gazze şeridine girmenin riskleri ve yer altında bulunduğu belirtilen tünellerin durumu hakkında yeterli bilgi olmaması, kara harekatı kararı verilmesini zora sokmaktadır. İsrail hala  bölgede tespit ettiği hedeflere ayrım gözetmeden saldırılarına devam etmektedi ve bunun sonucunda şu ana kadar çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 11.000’in üzerinde masum insan hayatını  kaybetmiş ve maalesef her gün bu ölüm haberleri giderek artmaktadır. 


Bu trajediyi önlemek üzere, dünyadan yeterince  tepki verilmemesi ve ABD’nin kayıtsız şartsız İsrail’e destek vermesi bu saldırıların devam edeceğini göstermektedir.  Sonuçta da son zamanlarda yaygın olarak dillendirildiği üzere, bölgenin tamamen boşaltılmasına ve burada yaşayan Filistin halkının başka bölge veya ülkelere zorla göç ettirilmesine, sorunun çözüme kavuşturulmasından ziyade daha da büyümesine ve yayılmasına sebep olması isabetli bir tahmin olacaktır.


Bugüne kadar, bölgede ateşkes ve yardımların ulaştırılması amacıyla oluşturulacak insani koridora ilişkin yürütülen diplomatik çabalar İsrail’in  saldırılarını durdurmaya yetmemiştir. ABD ve çoğu Batı ülkesinin destek yönünde açıklamaları İsrail’i daha da cesaretlendirmiştir. ABD dışişleri bakanının bölgede yaptığı diplomatik görüşmeler beklenenin aksine fazla ilgi çekmemiştir. Blinken’ın daha savaşın başlangıcında, kendisinin de bir Yahudi olduğu yönündeki talihsiz açıklamasının bunda rolü olduğu söylenebilir. 


Bölgenin en önemli ve güçlü ülkelerinden olan Türkiye’nin, sorunun barışçıl bir şekilde çözümü konusunda etkili olma ihtimaline rağmen, dışlanması ve uzun süre muhatap alınmaması ABD’nin siyasi olarak açık tavır koyduğunun bir göstergesidir. Savaşın başlangıcından neredeyse 1.5 ay sonra Blinken, muhatabı Hakan Fidan ile görüşmek üzere Türkiye’ye gelmiştir. Toplantı sonrası ortak açıklama yapılmaması,  toplantının çok da başarılı geçmediği, gündemdeki konulara ilişkin derin görüş ayrılıklarının olduğu izlenimini doğurmuştur. ABD Dışişleri Bakanı’nın yapmış olduğu diplomatik tur sonrası Vaşington tarafından yapılan son değerlendirmeler sonrası Beyaz Saray sözcüsü tarafından yapılan açıklama İsrail tarafından hoş karşılanmamıştır. Gazze’nin Filistin toprağı olduğuna değinen açıklama, başlangıçta yapılanların aksine daha ılımlı ve nihai çözüme yönelik ifadeler içermesi nedeniyle önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir. 


İsrail hem hava saldırılarına hem de planladığı kara harekatına ilişkin hazırlıklarına ara vermemiştir. 8 Kasım 2023 tarihinde uluslararası medyada yer alan son dakika açıklamalarda, Gazze’nin merkezine girildiğine ilişkin görüntüler servis edilmiştir. Bahse konu görüntüler, çatışmaların şiddetini göz önüne sermiştir. Fakat ilerleyen saatlerde yapılan açıklamalarda süreçte pek ilerleme olmadığı, İsrail güçlerinin hala bölgeye giremedikleri sadece keşif birliklerinin içeri sızdığı ve karşı müdahale sonrası geri çekildikleri açıklamaları yapılmıştır.


Ancak, 14 Kasım itibariyle İsrail güçlerinin hava saldırıları sonucu vurulan Gazze’deki Şifa Hastanesi önünde poz vermeleri, artık bölge içinde olduklarının bir işareti olarak dünyaya servis edilmiştir. Fakat bölgede ne kadar kayıp verdiklerine veya hangi zorluklarla karşılaştıklarına ilişkin bilgilere ulaşmak şimdilik pek mümkün görülmemektedir. Nitekim, ana bilgi akışı İsrail tarafından kontrollü olarak sağlanmaktadır. İsrail’in daha önceki açıklamalarını değerlendirerek olacakları öngören, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi J.Borrell, Filistinliler için yeni bir devlet inşa edilmesi gerektiğini belirterek, Filistinlilerin sürgününe ve Gazze’nin İsrail tarafından işgaline izin verilmeyeceğine ilişkin açıklamada bulunarak bölgede “oldu bittilere” müsaade edilmeyeceğine yönelik AB’nin tavrını ortaya koymuştur.   


İsrail – Hamas Savaşı bölgede patlak vermeden yalnızca bir hafta önce, 1 Ekim 2023 tarihinde TBMM’nin yasama yılının açılış gününde Ankara’nın kalbinde TBMM’ne yürüme mesafesinde olan İçişleri Bakanlığı’na yönelik terör saldırısı, büyük bir infiale sebep olmuştur. Özellikle kimlikleri belirlenip basına servis edilen terör örgütü mensuplarının Suriye’den geldiklerinin açıklanması, ABD’nin koruması altındaki o bölgede eğitildikleri zaten gergin olan ABD-Türkiye ilişkilerinin daha da gerilmesine sebep olmuştur. 


Nitekim Türkiye için tehdit oluşturan PYD/YPG terör örgütü mensuplarının gerek Suriye’nin kuzeyinde TSK unsurlarına yaptıkları tacizler gerekse ülkemize illegal yollardan girerek yaptıkları terör saldırıları bekamız için tehdit oluşturmaya devam etmektedir. 


Bu saldırıdan yalnızca bir hafta sonra başlangıçta detaylı olarak incelediğim Hamas saldırıları sonrası ABD tarafından yapılan açıklamalar ve tam destek sözünün verilmesi üzerine, bölgeye farklı ülkelerin harp silah araçları intikal ettirilmiştir. ABD, bölgeye gönderdiği uçak gemileri, nükleer denizaltı, koruma ve destek gemileriyle, açıkça dünyaya İsrail’in yanında olduğu mesajını vermiştir. Tabii bu kadar yoğun bir askeri gücün doğu Akdeniz’de konuşlandırılması sadece  Gazze Şeridinde bulunan Hamas terör örgütüne karşı İsrail’e yardım amacıyla olmadığı da bütün analistler ve yorumcular tarafından ifade edilmektedir. Burada konu İran’ın ya direk yada vekâlet savaşı kapsamında Hizbullah’a yardım ederek İsrail’e karşı saldırması durumumda ABD’nin İran’a, bölgedeki kuvvetleriyle öncelikle gözdağı vererek caydırmak, başarılı olunmaması halinde belirlenen hedeflere ya tek başına veya İsrail ile birlikte doğrudan taarruzlara başlayabileceği değerlendirilmektedir. Böyle bir senaryoyu bölgede olabilecek en kötü durum olarak kabul etmek mümkündür. 


Irak’ta savaş sonrası bir türlü istikrar sağlanamamışken, Suriye savaşının patlaması bölgenin tam anlamıyla kaos ortamına dönmesine sebep olmuştur. Son olarakta İsrail-Hamas savaşı zaten kaos ortamının hakim olduğu bölgeye yeni bir istikrarsızlığı beraberinde getirmiştir. Söz konusu istikrarsızlığın bir bölgesel savaşa dönüşmesi muhtemeldir. 


Analize konu savaşın başlamasıyla ABD’nin Doğu Akdeniz’e kuvvet kaydırması, Suriye ve Irak’ta bulundurduğu askeri birliklere saldırılar yapılıyor bahanesiyle kuvvet artırımına giderek yeni birlikler ile birlikte , radar ve savunma sistemleri intikal ettirmesi bölgede kalıcı olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Daha önce pek inandırıcı olmasada Daesh terör örgütünün hala bölgede aktif olduğunu öne sürerek kuvvet bulunduran ABD, bahse konu durum sebebiyle artık yeni bir tehdit olarak Hizbullah’ı bahane ederek kuvvet artırımına devam etmektedir. Burada yapılan yeni intikaller sebebiyle, bizim daha önce belirli kurallar çerçevesinde yapılan koordinelerle rahatça sınır ötesi operasyon yaptığımız bölgelerde güvenlik güçlerimiz, ABD ile daha sık karşı karşıya gelecektir. Bunun en bariz örneği de Suriye’de terör yuvalarını hedef alan SİHA’mızın ABD tarafından birliklerine tehdit telakki edilerek düşürülmesidir. 


Her ne kadar bu olayın taraflarca yoluna girmekte olan ilişkilere zarar vermemesi için gizlice yürütülmesine rağmen, belirli bilgilerin sızması üzerine ardarda yapılan açıklamalarla konu tırmanmadan sönümlenmiştir. Fakat daha sonra Türkiye tarafından yapılan üst seviye açıklamalarda, analize konu olayın kabul edilemez olduğu vurgulanmıştır. 


Gelinen süreçte, ABD hem Doğu Akdeniz hem de Suriye’ye oldukça fazla güç intikal ettirmiş bulunmaktadır. Bölgede DAEŞ ile mücadelesinde kullandığını iddia ettiği terör örgütü PYD/YPG’ye desteğini alenen devam ettirmekte, kendi ülkesine ait bazı petrol şirketlerinin güvenliğini sağlamak bahanesiyle özel güvenlik şirketlerini kullanarak ilave güçler ile farklı güvenlik bölgeleri ihdas etmektedir. Türkiye’ye ait SİHA’nın düşürülmesi olayında olduğu gibi bölgede oluşturulan güvenlik bölgeleri ile hem terör örgütüne koruma sağlamakta hem de TSK’nin sıcak takip amacıyla bölgeye girişlerini engellemeye çalışmaktadır. Ayrıca bu hareketle, bundan sonra bölgeye girecek TSK unsurlarına gerekli müdahaleyi yapacağını uygulamalı olarak göstermiş ve bir anlamda göz dağı vermeye çalışmıştır.   


Sonuç olarak, hızla süregelen İsrail-Hamas çatışması, bölgedeki tansiyonu yükseltmiş ve uluslararası arenada geniş bir tepki almıştır. İsrail'in sert müdahaleleri ve Hamas'ın beklenmedik terör saldırıları, sivil kayıpların artmasına ve bölgedeki gerilimin tırmanmasına neden olmuştur. Uluslararası camianın çoğunluğu çatışmada taraf  olmuş ve özellikle ABD'nin İsrail'e verdiği destek, çözümü daha da karmaşık hale getirmiştir.


Türkiye'nin bölgedeki tarihi bağlarını da gerekçe göstererek gelişmelere ve çatışmanın tırmanmasına verdiği tepkiler, ABD ile ilişkilerini de derinden etkilemiştir. Türkiye’de yaşanan terör saldırısı ve ardından yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin iç politikasını da etkileyerek bölgesel güç dinamiklerini yeniden şekillendirebilecek duruma gelmiştir.


Buna ilaveten, ABD'nin bölgedeki askeri varlığını artırması ve kalıcı hale getirmesi, Doğu Akdeniz'deki dengeleri değiştirerek, bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerini daha da karmaşık hale getirebilir. Suriye ve Irak'taki DAEŞ ile mücadeleye eklenen Hizbullah saldırılarına ilişkin mücadele çabaları, ABD'nin bölgedeki politikasını belirleyen önemli faktörlerden biri olmaya devam edecektir.


Sonuç olarak, bu çatışmanın sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel boyutta büyük etkileri olması muhtemeldir. Diplomatik çözüm yollarının bulunması ve taraflar arasında yapıcı diyalogların başlatılması, bölgedeki istikrarsızlığı azaltmada kritik bir rol oynayacaktır. Yapıcı diyalog kapsamında, bölgedeki İslam ülkelerinin tek ses olamamaları ve gereken tepkiyi vermemeleri neticesinde, İsrail kesinlikle geri adım atmamakta ve Gazze’deki saldırılarına devam etmektedir. Fakat bölgede her iki taraf ile diyaloğu olan Türkiye’nin diplomatik çabalarının çok değerli olduğu ve ölümlerin durdurulması yönünde, çözüm için anahtar ülke olduğu da göz ardı edilmemelidir.