Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın

YÖNETİCİ ÖZETİ

  • Zeytin Dalı kapsamında icra edilen hava harekatı, özellikle de ilk başlarda, Türkiye’nin yakın dönem sınır ötesinde icra ettiği askeri operasyonlar arasında en yüksek tempoya sahip olmasıyla dikkat çekmiştir. Genelkurmay Başkanlığı tarafından bildirildiği üzere, harekatın ilk gününde, Türk Hava Kuvvetleri 72 muharip platform havalandırmıştır. Bahse konu sayı, muhafazakar bir tahminle, Hava Kuvvetleri envanterinde resmi olarak bildirilen ilgili öncelikli muharip savaş uçaklarının (F-16’lar ve F-4 2020’ler) yaklaşık %25’ine karşılık gelmektedir. Diğer açık–kaynaklı yayınlarda verilen sayılar ve envanterdeki tüm platformların tam bir harbe hazırlık seviyesinde olamayacağı da hesaba katıldığında, söz konusu oran daha da artacaktır. Müteakip olarak, Türkiye’nin bahse konu platformlarının yaklaşık %10’unun Zeytin Dalı Harekatı kapsamında yer hedeflerini vurmak için kullanıldığı müşahede edilmektedir. Böyle bir başarının, özellikle Türk Hava Kuvvetleri’nin pilot açığı tartışmaları ile gündeme geldiği bir dönemde elde edilmiş olması önemlidir.

 

  • Yoğun hava bombardımanı stratejisinin altında yatan temel neden müteakip kara harekatı için inisiyatif üstünlüğünü hızla kazanma hedefidir. Özellikle, düşmanın yeraltı / tünel kompleksi ve korunaklı mevzilerine karşı hassas güdümlü mühimmat ile şiddetli taarruz edilmesi, Fırat Kalkanı Harekatı’ndan bu alanda öğrenilen derslerin içselleştirildiğini göstermektedir. Ayrıca, Ankara’nın hava gücünün kinetik olmayan, psikolojik harp etkilerini de göz önünde bulundurmuş olması muhtemeldir. Bu çerçevede, yoğun hava gücü kullanımının YPG militanları arasında motivasyonun bozulmasına ve çözülmeye neden olması amaçlanmış olabilir. Nitekim yakın dönem harp tarihinde, hava harekatlarının asimetrik koşullarda benzer etkiyi gösterdiği çeşitli vakalar bulunmaktadır.

 

  • Askeri olarak, Zeytin Dalı’nın kara harekatı safhasının, muhtemelen, karakteristik nitelikleri birbirinden çok farklı iki aşamadan oluşacağı değerlendirilmektedir. Bu durum, söz konusu aşamalara yönelik kuvvet hazırlama gereksinimlerinin de farklılık göstereceğini ortaya koymaktadır. Halihazırda devam eden kara harekatı safhası, 1,000m ve üstü rakımda, dağlık arazide, kış koşullarında ve hibrit harp ortamında sürdürülen bir askeri mücadele şeklinde özetlenebilir. Burseya Dağı başta olmak üzere birçok hakim noktanın ele geçirilmesi, belirtilen koşullarda ciddi başarılardır.

 

  • Eğer Ankara, Afrin’in tamamını PKK terör örgütünün uzantılarından temizleme hedefini bir an önce ve doğrudan gerçekleştirmeyi tercih ederse, kara harekatının ikinci safhası olan meskun mahalde muharebe ağırlıklı bir operasyonlar dizisinin başlaması gerekecektir. Fırat Kalkanı Harekatı sırasında icra edilen el–Bab’a yönelik geniş kapsamlı taarruzdan öğrenilen dersler de göz önünde bulundurulduğunda, tünel ve yeraltı komplekslerine, el yapımı patlayıcılara ve güdümlü tanksavar füzelerine azami dikkat göstermek gerektiği görülecektir.

 

  • Yoğun meskun mahalde muharebe ağırlıklı bir taarruzi harekata alternatif oluşturabilecek hareket tarzı, Afrin kent merkezinin kararlı biçimde kuşatılması ve YPG militanlarının yerleşimi terketmeye zorlanmalarıdır.

 

  • Muhasara (kuşatma) harbi, silahlı çatışmalar hukuku bağlamında gerekli şartların yerine getirilmesi suretiyle meşru bir seçenek olmakla birlikte, göreli daha az riskli olan bu yöntemin başarıya ulaşması için mutlaka çok etkili enformasyon harbi, stratejik iletişim ve diplomasi çabaları ile birlikte tatbik edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Afrin’de bulunan YPG militanları, büyük olasılıkla canlı kalkan kullanmaya ve sivil halkı zorla paramiliter görevlere koşmaya ve küresel propaganda kampanyası yürütmeye dayalı hibrit bir strateji izleyecektir. Bu nedenle, sivillerin çatışma bölgesinden tahliyesi, PYD / YPG’nin elinden kritik avantajlarını alacak mutlak bir öncelik olmalıdır. Harp çalışmaları literatüründe ve doktrinde, meskun mahalde çatışmaların, müdafaa durumunda bulunan aktöre çeşitli avantajlar sağladığı görülmektedir. Sivillerin çatışma bölgesinde bulunması, söz konusu hususların başında gelmektedir.

 

  • Zeytin Dalı Harekatı ilerledikçe, sızma ve pusu girişimlerine karşı geri bölge emniyeti, kuvvet koruma fonksiyonları açısından en önemli husus haline gelecektir. Ankara, daha önce, harekatı 30km derinleştirme hedefini ifade etmiştir. Düşman bir coğrafyada, sözü edilen derinlikte ikmal hatları kurmak ve bu ikmal hatlarını korumak gerçekten çetin bir görevdir. Bu nedenle, geri bölge emniyetine azami dikkat göstermek gerekmektedir.

 

  • PKK terör örgütü ile inkar edilemez düzeyde organik bağları bulunan YPG, Suriye İç Savaşı’nın özellikle son yıllarında çok kritik askeri ve paramiliter yetenekler kazanmıştır. Müdahale edilmediği durumda, mevcut trendin YPG’yi, Orta Doğu’da Lübnan Hizbullahı’na benzer imkan ve kabiliyetlere (önemli bir roket envanteri, ciddi sayılarda alçak irtifa hava savunma sistemleri ve güdümlü tanksavar füzeleri ile desteklenen hibrit yetenekler) taşıyacağı bir gerçektir. Bu nedenle Zeytin Dalı, Türk siyasi ve askeri karar vericileri tarafından jeostratejik bir zaruret olarak kıymetlendirilmektedir.

 

  • ABD siyasa çevreleri, YPG konusunun Türkiye’nin Suriye iç savaşında müdahalesinin çok ötesine geçtiğini, hatta milli güvenliğin yaşamsal bir parçası olarak görüldüğünü tam olarak anlayamamış görünmektedir. Esasen, Ankara’nın PKK kaynaklı terörizm sorununun hemen her dönemde bir Suriye boyutu olmuştur. Hafız Esad rejimi, terör örgütünü Türkiye’ye karşı bir vekaleten harp unsuru olarak uzun süre kullanmıştır. Suriyeli militanlar, PKK terör örgütünün sözde askeri kanadı bünyesinde birçok dönemde kritik pozisyonları tutmuştur. Suriye Baas rejiminin karanlık Muhaberatı, 1980’lerde ve 1990’larda Türkiye’de binlerce kişinin hayatına mal olan terör dalgasında bir katalizör rolü oynamıştır. Hafız Esad rejiminin terörü destekleme politikası, ancak Ankara’nın, merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in öncülük ettiği, açıkça savaş tehdidini de içeren zorlayıcı diplomasi çabası ile 1998 yılında son bulmuştur. Ayrı bir not olarak belirtmek gerekirse, bugün hakettiği ölçüde tartışılmıyor olsa da, Suriye’nin siyasi geleceğinde, Şam’ın Türkiye’de teröre destek vermeyeceğini taahhüt ettiği Adana Mutabakatı’nın oluşturulacak yeni statüko ne olursa olsun devam etmesi Türkiye’nin milli güvenliği için yaşamsal önemdedir. EDAM’ın Suriye’nin siyasi geleceğinde güvenlik garantilerine ilişkin çalışmaları sonucu elde ettiği bir diğer kritik bulgu da – bu raporun konusu ile doğrudan ilgili olmasa da – kimyasal silahların yasaklanmasına ilişkin verifikasyon rejiminin sıkılaştırılması ve silahsızlanma çerçevesine biyolojik silahlar ile belirli bir menzilin üzerindeki balistik füzelerin mutlaka dahil edilmesi yönündedir. Mevcut durumda gündeme gelmeyen bu konular, 2020’li yıllarda ve sonrasıda stratejik nitelik kazanacaktır.

 

  • Siyasi olarak Ankara, Zeytin Dalı Harekatı ile birkaç hedefe ulaşmayı amaçlamaktadır. Bunlardan ilki, iç kamuoyuna yöneliktir. ABD’nin, PYD / YPG’ye olan desteği –ki harekat öncesinde 30,000 kişilik bir sınır muhafız gücü oluşturmaya ilişkin söylemler ile zirveye ulaşmıştır– Türk kamuoyunda PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde elde ettiği gücün ve genişlemenin sınırlanmasına yönelik bir tepki ve beklenti oluşmasına neden olmuştur. İkinci siyasal hedef, Türkiye’yi, Suriye’nin belirsiz ortamında daha güçlü ve gözden çıkarılamaz bir aktör olarak konumlandırmaktır. Halihazırda yürütülen ve sert-güç unsurları ile desteklenen strateji, Türkiye’yi –ki rejim değişikliği talebi yerini PYD’nin yöneteceği bir Kürt otonomisinin engellenmesine bırakmıştır– Suriye’nin geleceğinde daha çok söz sahibi yapmaya yöneliktir. Harekatın üçüncü siyasi hedefi caydırıcılığa ilişkindir. Türkiye’nin, NATO müttefiki olan ABD’yi, PYD’ye daha çok destek vermekten caydırmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.

 

  • Afrin’deki kara harekatı safhasının ardından, üçüncü potansiyel aşama, Fırat Nehri’nin batısında, ABD varlığının da bulunduğu Münbiç’tir. Açıkçası, bahse konu aşamada, bölgede konuşlu ABD askeri unsurları ile çatışma olasılığı da gündeme gelmektedir. Ankara’nın beklentisi, ABD’nin bahse konu askeri personeli çekmesidir ki, bu durum, YPG’ye olan desteğin zayıfladığının da bir işareti olacaktır. Bu noktada dikkatle izlenmesi gereken riskli senaryo, Amerikalı elitin Ankara’nın kararlılığını test etmek istemelerinden neşet edebilir. Zira, böyle bir senaryoda, iki NATO üyesi devletin çatıştığı istenmeyen ve çok istisnai bir gelişme vuku bulacaktır. Söz konusu senaryonun gerçekleşmesi ise, Türk – Amerikan ikili ilişkilerinin ötesinde, Transatlantik güvenlik mimarisini ve NATO’yu bir arada tutan faktörleri temelden sarsacaktır. Dolayısıyla, ABD ile Türkiye arasında güvenilir uzlaşı zemininin tesis edilmesi giderek artan bir önem taşımaktadır. Yine de, böyle bir zeminin tesisi çabaları kimi önemli zorluklarla karşılaşacaktır. İki ülke silahlı kuvvetleri arasındaki ikili ilişkiler güven unsurunu kaybetmiştir. Gerek Washington gerekse Ankara’da hariciye bürokrasisi de eski ağrılığını yitirmiştir.

 

  • Yine de, durumun aciliyetine binaen ortak bir Türkiye – ABD gündemi oluşturulması zaruridir. Harekatın insani boyutu, böyle bir fırsat sunabilir. Afrin kent merkezine yönelik askeri operasyonlar ya da olası kuşatma stratejisi, sivillerin YPG tarafından canlı kalkan olarak kullanılması ve zorla paramiliter görevlere yönlendirilmeleri başta olmak üzere birçok risk içermektedir. Dolayısıyla sivillerin Münbiç bölgesinin doğusuna tahliyesi, Türkiye ve ABD arasındaki işbirliğinin başlangıcı için iyi bir fırsat sunabilir. Söz konusu işbirliğinde başarı sağlanması, bundan sonraki adımlar için motivasyon teşkil edecektir.

 

 

Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın