Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın

YÖNETİCİ ÖZETİ

  • Zeytin Dalı Harekatı, an itibariyle kritik bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Bu raporun kaleme alındığı sırada, harekat, Afrin’i çevreleyen büyük ölçüde dağlık araziyi güneybatı kuzeydoğu ekseninde kontrol altına almayı başarmıştır. Çetin coğrafi koşullar altında ve çok tehlikeli bir alanda bahse konu taktik derinliğe yaklaşık bir ay içerisinde ulaşılmış olması dikkate değer bir ilerlemedir. Öte yandan, terörist unsurların sızma girişimlerine karşı geri bölge emniyeti ve yeraltı / tünel harbi (subterranean warfare) konuları halen önemini korumaktadır.
  • Bu noktada Zeytin Dalı Harekatı, harp sahasını şekillendiren parametreler ve çatışmanın karakteristiği açısından giderek daha çok meskun mahalde muharebe niteliği kazanmaktadır. Bu nedenle, EDAM’ın önceki raporda isabetle tahmin ettiği gibi, harekatın kuvvet hazırlama stratejisinde değişiklikler gözlemlenmektedir. Türk güvenlik güçleri bünyesinde, meskun mahalde çatışma ve terörle mücadele alanlarında uzman olan elit Jandarma ve Polis Özel Harekat birlikleri operasyon bölgesine sevk edilmişlerdir.
  • Zeytin Dalı Harekatı’nın ağırlıklı olarak kırsal alanda icra edilen safhası, seçkin birliklerinin ilerlemesine ve söz konusu birliklerin ilerleyişinde çok önemli bir rol oynayan hava harekatı ile kara ateş-destek unsurlarının başarılı faaliyetlerine sahne olmuştur. Öte yandan, harekat bölgesi meskun mahale kaydıkça, hava gücünün ve ağır topçu imkan ve kabiliyetlerinin kullanımı hususlarında, sivil kayıpların önlenmesi amacıyla, angajman kurallarında bazı değişikliklere gidileceği öngörülmektedir. YPG / PYD’nin sivil halkı paramiliter görevlere sevk etmesi ve bazı bölgelerde canlı kalkan kullanması ciddi bir risk teşkil etmektedir.
  • YPG / PYD’nin imkan ve kabiliyetleri halihazırda Lübnan Hizbullahı’nın seviyesinde olmasa da, mevcut hibrit harp trendleri, eğer müdahale edilmez ise, önümüzdeki on yıllık dönemde, benzer yeteneklere ulaşabileceğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin sınır illerine yönelik sistematik roket saldırıları, güdümlü tanksavar füzeleri (anti-tank guided missiles / ATGM) ve personel tarafından kullanılan hava savunma sistemleri (man-portable air defense systems / MANPADS) yeteneklerinde artış gözlemlenmesi kaygı verici emarelerdir.
  • 21 Ocak 2018 tarihinden başlayarak, 15 gün içerisinde içinde, PKK / YPG militanları, Türkiye topraklarına 94 roket roket atmış ve yedi sivilin hayatını kaybetmesine, 100’ün üzerinde sivilin de yaralanmasına sebebiyet vermişlerdir. Söz konusu terör saldırılarında, hayatını kaybeden sivil / atılan roket oranı 0.07 olarak tespit edilmiştir. Öte yandan, 2006 yılında, Hizbullah tarafından düzenlenen İsrail’e yönelik roket saldırıları çerçevesinde hayatını kaybeden sivil / roket oranı 0.01 olmuştur. Elbette belirtilen çatışmada Lübnan Hizbullah’ının binlerce roket kullandığı bilinmektedir. Öte yandan, bahse konu örgütün 1996 ve 2006 yıllarında yaşanan çatışmalarda roket saldırılarındaki operasyonel temponun mukayeseli değerlendirmesi, on yıl gibi bir süre içinde devlet dışı silahlı bir aktörün muharip yeteneklerini ciddi şekilde yükseltebileceğini ortaya koymaktadır.
  • Hibrit harp ve hibrit nitelikli terörist faaliyetlere ilişkin literatürde, roket saldırılarının etkileri yalnızca neden oldukları can kaybı ile ölçülmez. Sosyo-ekonomik hayatın ciddi biçimde etkilenmesi en önemli risk faktörlerinden biridir. Bu durum, Türkiye için de geçerlidir. Dolayısıyla, Ankara’nın bir yandan topraklarına yönelik roket saldırılarını akamete uğratacak taktik derinliği (20-30 km) sağlarken, diğer yandan da en kısa sürede üst düzey C–RAM (counter – rocket, artillery, and mortar) yetenekleri kazanması büyük önem arz etmektedir. Ayrıca, roketli terör saldırılarına karşı cezalandırıcı-caydırıcı nitelikteki imkan ve kabiliyetlerin geliştirilmesi de kritiktir.
  • Türkiye’nin hızla gelişen savunma sanayii, harekat sürerken aktif koruma sistemi tedarik edilmesi hususunda önemli bir atılım gerçekleştirmiştir. Ukrayna ile işbirliği içinde yürütülen proje sonucunda, Zeytin Dalı Harekatı, ilk kez Türk zırhlı platformlarının aktif koruma sistemleri ile modernize edilmiş biçimde muharip görevler icra etmesine sahne olacaktır. Bahse konu modernizasyon projesinin hedeflenen şekilde sonuçlandırılması sonucunda elde edilecek başarı, yalnızca güdümlü tanksavar füzelerine karşı zırhlı platformların mukavemetini yükselten bir gelişme değil, Türk askeri–sınai kompleksi için de ciddi bir prestij kaynağıdır. Devam eden bir harekat içinde, savunma sanayi öncelikleriyle ilgili böyle bir tasarrufa gidilerek, zırhlı birliklerin kapasitelerinin doğrudan ve kısa sürede geliştirilmesi önemli bir vizyonu ortaya koymaktadır.
  • Açık-kaynaklı istihbarat verileri, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin harbe hazırlık düzeyi yüksek birliklerinin halihazırda doğu Guta bölgesinde konuşlandırıldığını göstermektedir. Dolayısıyla, Baas rejiminin, Afrin’de Türkiye’ye karşı caydırıcı olabilecek gerekli kuvvet kaydırmasını gerçekleştirebilmesi yakın dönemde mümkün değildir. Öte yandan, Afrin’in hemen güneyinde bulunan Nubl ve Zahra yerleşimleri, Suriye’de son yıllarda ortaya çıkan Şii milis hareketleri açısından önemli merkezlerdir. Özellikle uzun süre kuşatma altında kaldıktan sonra kurtarılan bahse konu iki yerleşim ile ilgili oluşturulan epik propaganda stratejisi, bu bölgedeki Şii popülasyon ve silahlı gruplar üzerinde motivasyon sağlamıştır. Ayrıca, İran Devrim Muhafızları Kudüs Güçleri ile Lübnan Hizbullahı da bölgedeki Şii silahlı gruplar üzerinde çok ciddi bir etkiye sahiptir. Bahse konu aktörlerin, özellikle Nubl ve Zahra yakınlarında, Özgür Suriye Ordusu’nun yoğun varlığından rahatsızlık duyması kuvvetle muhtemeldir. Daha da önemlisi, Rusya Federasyonu’nun Nubl ve Zahra etrafındaki Şii silahlı grupları ne ölçüde kontrol edebileceği kuşkuludur. Zira Moskova’nın, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri üzerinde sahip olduğu stratejik kültürel etkinin ve kurumsal kontrolün bir benzerini İran ve Lübnan Hizbullahı’nın güdümündeki Şii silahlı gruplar için teşkil etmesi söz konusu değildir. Özetle, Tahran ile Kremlin arasında Suriye’ye ilişkin farklılıkların Afrin’de somut bir hal alması da ihtimal dahilindedir.
  • Daha da önemlisi, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri incelemeye konu tüm senaryolar ve risk yönetimi açısından dikkate alınması gereken, kritik bir aktördür. ABD Deniz Kuvvetleri’nin Nisan 2017’de Şayrat Üssü’ne Tomahawk seyir füzeleri ile gerçekleştirdiği müdahalenin ardından, Rusya Federasyonu Savunma Bakanlığı Suriye’nin hava savunma yeteneklerinin geliştirileceğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin sınır ötesi harekatının hemen başında, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri kaynakları, İdlib ve Halep bölgelerine yeni hava savunma sistemleri konuşlandırıldığına ilişkin basına çeşitli bilgiler sızdırmıştır. Bahse konu riskleri daha iyi anlamak için, Ankara’nın istihbarat imkanlarını kullanmak suretiyle, İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16I savaş uçağının Suriye hava savunma sistemleri tarafından Şubat 2017’de düşürüldüğü olayı iyi analiz etmesinde fayda görülmektedir. Burada tavsiye edilen analizin odak noktasında konunun hava savunmaya ilişkin teknik veçhelerinden ziyade, İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir uçağın düşürülmesine karar veren emir–komuta zincirinin olması gerekecektir. Zira, böyle bir istihbarat çalışması, Rusya Federasyonu’nun, Suriye Arap Hava Savunma Kuvvetleri üzerindeki kontrolünün sınırlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. Elde edilecek sonuçlar, harekat güvenliği açısından kritik olacaktır.
  • EDAM’ın Zeytin Dalı Harekatı’na ilişkin ilk raporunu yayımlamasından beri, harekatın siyasi bağlamını etkileyebilecek iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ilki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Suriye’de geçici ateşkes ilan edilmesine yönelik kararıdır. Doğu Guta’da yaşanan insani trajedi, BMGK’yı böyle bir karar almaya iten en önemli etken olmuştur. Bir diğer önemli gelişme de, PYD ve Suriye Baas rejimi arasındaki mutabakat sonucu, rejim yanlısı milislerin Türkiye’nin harekatını akamete uğratmak amacıyla Afrin’e girmeleridir.
  • Ankara, BMGK kararı karşısında siyasi – askeri pozisyonunu korumaktadır. Öte yandan, Baas rejimi ile PYD arasında varılan mutabakatın, Zeytin Dalı Harekatı açısından dikkatle izlenmesi gereken, kayda değer bazı sonuçları olabilir. Bunlardan ilki, Türkiye’nin, harekatın askeri ve siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için zamana karşı bir yarış içine girmesidir. Zira, daha önce belirtildiği üzere, rejimin Afrin’e gönderebileceği kuvvet mevcut koşullarda oldukça sınırlıdır. Doğu Guta’daki operasyonların yanı sıra, Suriye’de jeopolitik olarak önem arz eden bölgelerde alan hakimiyeti için ayrılan birliklerden tasarruf edilmesi de yakın dönemde mümkün görünmemektedir. Bu durum, kısa erimde, ciddi bir fırsat penceresi oluşturabilir.
  • Öte yandan, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin doğu Guta’daki harekatı tamamlayarak, Türkiye’yi zor durumda bırakmak için Afrin’de önemli birlikler konuşlandırması, Zeytin Dalı Harekatı’nın siyasi bağlamında ciddi değişiklikleri de beraberinde getirebilir. Böyle bir durumda, Şam, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Şartı’nı, özellikle de bir devletin toprak bütünlüğüne yönelik kuvvet kullanmayı ve kuvvet kullanma tehdidini yasaklayan 2. Madde 4. Paragraftan doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğini öne sürebilir.
  • Böyle bir gelişme yaşanması halinde, Ankara’nın, Baas rejimi ve Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri ile doğrudan bir çatışma olasılığını da göze alarak devam etmeyi tercih etmesi ya da şartlı olarak Suriye’nin kuzeyindeki askeri harekatını sonlandırması gerekecektir. Elbette, bahse konu şartların başında, rejimin, Türkiye’ye yönelik YPG / PKK tehdidini kesin biçimde ve açıkça engellemesi gelecektir.

 

Yayının İngilizcesine Ulaşmak İçin Tıklayın